Gurbet Kuşları: Gurbet Ailesi
Gurbet Kuşları, senaryosunu Turgut Özakman’ın yazdığı, yönetmenliğini Halit Refik’in yaptığı 1964 yapımı siyah beyaz bir Yeşilçam filmdir. Orhan Kemal’in 1962 yılında yayımlanan Gurbet Kuşları adlı romanından uyarlanmıştır. Filmin konusu, Kahramanmaraş’ta işleri bozulan Tahir Ağa’nın tası tarağı satıp ailece İstanbul’a göç eder. İstanbul’a tutunma ve hayatta kalma mücadelelerini anlatır.
Gurbet Kuşları: Gurbet Ailesi
Tahir Ağa Maraş’ta işleri bozulunca çözümü dededen kalan her şeyi satıp İstanbul’a göç etmekte bulur. Tam bir Anadolu insanı olan Tahir Ağa, önden İstanbul’a gelir.
Bir ev kiralar, satılan tarlaların parasıyla bir tamirhane satın alır. Arkasından ailesini İstanbul’a çağırır. Tahir Ağa, ailesini Haydarpaşa garından almaya gider. Eşinin ve çocuklarının İlk kez İstanbul’a gelişleridir. Haydarpaşa’dan çıkarken her şeye hayranlıkla bakarlar. Onlar için İstanbul’un taşı toprağı altındır. İstanbul büyülü ve harika bir şehirdir. Ama bu şehrin ambalajlı yüzüdür. Trenden iner inmez, bakımlı modern kıyafetli kadınlar, vapurlar, çok fazla taksi, insanların kalabalığı onları hayrete üşürür.
İstanbul’a önden gelen Tahir Ağa evi tutmuştur. Yeni evleri eski cumbalı ahşap bir evdir. Tahir Ağa’nın mesleği oto tamirciliktir. Maraş’ta sattıklarının parasıyla bir tamirhane almıştır. Ama sözleşme falan yapmamıştır. Anadolu usulü söz senettir. Ancak şehrin kanunu kazan kazandır ve İstanbul kurnaz dolandırıcılarıyla meşhurdur. Tahir Ağa bunu elde avuçta olanı kaybederek tetkik eder. Ardından ilk karşılamadan yenik bir halde eve dönerler. Tahir Ağa’nın dört çocuğu vardır. En büyük oğlu Selim, ikinci oğlu Murat, en ufak oğlu Kemal ve en küçükleri Fatoş. Selim babasına tamir işlerinde yardım eder. Murat kabına sığmayan bir deli kanlıdır. Kemal mutedil ve akıllıdır. Fatoş tam bir ev kızıdır, annesine yardım eder.
Tahir Ağa’nın kızının çeyizlik bileziklerini kullanarak ufak bir tamirhane devralır. İstanbul’a karşı mağluptan galip olmak için elinden geleni yapar. Tahir Ağanın oğulları Selim ve Murat babalarına yardımcı olur. İşlerde ona destek olurlar. Bu beraberlik ruhuyla işleri ilk önce güzel gider. Sırt sırta verip aynı gemide olduklarını düşünürler. Ancak kentleşmenin getirdiği bireysellik yavaş yavaş girer kültürlerine. İlk önce Selim gönlünü Despina isimli gayrimüslim evli bir kadına kaptırır. Çalışma saatlerinde işleri boşlamaya başlar. Ancak şehir çok fazla boşluk kabul etmez. Onun boşluğunu karşı tamirci doldurur. İşler yavaş yavaş bozulmaya başlar.
İkinci oğlan Murat, kabına sığamaz. Sabit bir iş yerine taksiciliğe başlar. O da şehre kabadayı kesilir. Ağzı bozuk, beyefendilikten uzak bir taksiciye dönüşür. Murat gönlünü Seval isimli pavyon yıldızına kaptırır. Murat İstanbullu bir sevgilisi olmasını çok istiyordur, bu onun için havalı bir durumdur. Murat bir gün Seval’e “İstanbullu bir sevgilim olmasına çok isterdim” der. Seval’in İstanbullu olmadığını, Maraşlı olduğunu öğrenir. Güzel konuşunca, şehirli gibi giyinince oralı görünsek bile oralı olunmuyordu ama! Şehirli kalıbı onlar için bir kabuktu. Şehirli olurken insan kendi kimliğinin bazı parçalarını gizlemeye veya yokmuş gibi davranmaya başlıyordu. Örtük kimlik, köylü ama zahir şehirli, ne kadar mümkünse? Belki de şehirli insanın nevrozları, yitik yer edinememiş, oturmamış kimliği. Tüm bunlar 1940’lar için yeni sayılır.
Tahir Ağa’nın en ufak oğlu Kemal… Kemal diğerlerine benzemez. O kısa yollardan zengin olmak istemez. Okuyup doktor olup memlekete faydalı işler yapmak ister. Tıp fakültesini kazanır, orada İstanbullu daha kültürlü bir çevresi vardır. Kemal diğer kardeşlerine göre şehrin cazibesine en az kapılan çocuktur. O hala Maraş’tan gelmenin hata olduğunu düşünür. Okulda tanıştığı Ayla ile nişanlanır. Ayla’nın ailesi İstanbullu kültürlü bir ailedir.Ayla’nın babası tarihe düşkündür. Tarihe düşkünlüğü vesilesi ile Kemal’e ısınır. Kemal’i ve Ayla’nın beraberliğini onaylar. Ayla ve Kemal’in hayali doktor olamayan Anadolu köylerinde hizmet edip memlekete faydalı olmaktır.
Tahir Ağa’nın en küçük kızı Fatoş… Ailenin içinde büyümüş. Dışarıyla çok fazla ilişki kurmamış. Şehrin kurnazlıklarıyla daha tanışmamıştır. Komşuları Mualla abla onu şehrin züppe takımıyla tanıştırır. Ev partilerine götürür. Ancak bu durum abileri Selim ve Murat’ın hiç hoşuna gitmez. Kız kardeşlerinin namus bekçiliğine soyunurlar. Ancak bu cinsiyetçi yaklaşım hiç adil değildir. Çünkü kendileri için böyle kaygı gütmezler. Fatoş, Mualla’ya dikiş bahanesiyle evden çıkar, ev partilerine katılır ve bir gün abisine yakalanır. Abisi Fatoş’u döver ve saçlarını keser. Abisini baskısına dayanamayan Fatoş evden kaçar. Fatoş’un evde varlığı ve gündem oluşu sadece namus bekçiliğindendir. O vakti geldiğinde hayırlı kısmetle evlenip evden ayrılacak kişidir. Bu manada evden olan ve aslında evden olmayacak bir misafirdir Fatoş.
Fatoş’un evden kaçmasıyla abileri daha çok sinirlenir. Bu durumu sindiremez ve kız kardeşlerini aramaya başlarlar. Bir gün bir adamla Fatoş’u basarlar. Fatoş abilerinin korkusuna intihar eder. Bu aile için travma etkisi yaratır. Aileyi çok sarsar ve durup düşünmeye karar verirler. İstanbul’un kendilerine fazla geldiğini, şehrin cazibesinin yanında nasıl zalim ve adaletsiz olduğunun farkına varırlar. Maraş’a dönme kararı alırlar. Filmin son sahnesi takdire şayandır. Tüm yaşanmışlıklarıyla Maraş için Tren bekleyen aile, İstanbul’a umutla gelen aileleri görürler…
Kentleşme ve kentleşememe kıskacında bu ailenin hikâyesi oldukça tanıdıktır. İstanbul ne kadar büyük bir şehir olsa da kendine yer edinmeye çalışan yığınlar için sosyal, kültürel, ekonomik manada hazır değildir. Buna paralel olarak gelen kişilerde daha buna hazır değildir. Gecekondu mahalleleri ve arabesk kültürü bunun bir örneği değil midir? Bu sıkışmışlık her aile için geri dönme imkânı vermez. Bazıları için son durak olur ve şehrin içinde kaybolur. Bu pencereden Tahir Ağa’nın ailesi şanslı bile sayılabilir. Şehrin sunduğu imkânlarla oburca bireyselleşen ve tüketen insan bu kültürün içinde kaybolmadan var olabilirler miydi?