Cezasız çocuk eğitimi olur mu?
Cezanın kişilik gelişimine katkı sağladığına dair ‘hiçbir’ bilimsel bulgu olmamasına rağmen, birçok eğitimcinin cezasız eğitim olmayacağına dair inançları tamdır. Öylesine tamdır ki, böylesi eğitimciler (örneğin) ödevini yapmayan çocuğa tenefüse çıkmama cezası verdiklerinde o çocuğun eğitimine katkı sağladığını düşünürler. Halbuki, eğitimde ceza uygulaması öğrenmeyi kolaylaştırmaz, bilakis çocuğun eğitimden soğumasına neden olur. Zira ceza bir aşağılama davranışıdır. Aşağılanmış kişinin zihinsel faaliyeti normal değil, tepkiseldir. Ödev nedeni ile aşağılanan bir öğrenci, ‘eğitim’ ile ‘aşağılanmayı’ birbiri ile ilişkilendirdiğinde, öğrenmeye karşı bir direnç oluşturur. Halbuki, ‘edinci bir öğrenme’ (kalıcı öğrenme) aşağılama ile değil, çocuğun kendini güven içinde hissetmesi ile gerçekleşir. Kendi çocukluk yılları aşağılanmalarla geçmiş bir eğitimci genellikle, çocuğu cezalandırırken bunu ‘onun iyiliği için’ yaptığını iddia eder. Halbuki hiçbir aşağılama davranışı çocuğun iyiliği için olmaz.
Ceza ve şiddet aynı şeydir
Günümüzde birçok eğitimci ‘şiddete’ karşı olduğunu iddia etse de eğitimde ‘cezanın’ olması gerektiğini savunur. Bu bir bilişsel çarpıtmadır. Zira, pedagojide ceza ile şiddet birbirinin ikiz kardeşleridir. Hangi davranış ceza ve hangi davranış şiddettir birbirinden ayırt edilemez. Örneğin, ödevini yapmamış bir öğrenciyi, öğretmeni tahtaya kaldırsa ve arkadaşlarının karşısında tek ayak üstünde durmasını istese, öğretmene bu davranışının ne olduğunu sorsak, muhtemelen ‘ödevini yapmamış bu öğrenciyi cezalandırdığını’ söyleyecektir. Halbuki, bir çocuğu arkadaşlarının içinde aşağılamak, küçük düşürmek ceza değil, duygusal şiddettir. Belki bizim ülkemiz için lüks bir pedagoji bilgisi olacak ama yine de söyleyeyim, sınav sonrasında bütün sınıfın önünde öğrencilerin aldığı notları tek tek ve isim isim okumak, düşük not alan çocukların aşağılanmasıdır. Maalesef, ülkemiz, çocuğa yönelik şiddetin tanımını, ‘tıp literatüründen’ aldığı için, şiddet; vurmak, dövmek veya darp etmek zannediliyor. Çocuk tıbbi olarak ispat edilinceye kadar zarara uğramamışsa şiddete uğramamış sayılıyor. Halbuki şiddet, tıbbın ilgi sahasından daha çok, pedagojinin ilgi sahasındadır. Çocuk sadece dayak yediğinde değil, ‘tepemi attırma benim şimdi’ diye azar işittiğinde de şiddet mağdurudur, yazısı güzel değil diye defterine çarpı atıldığında da…
Çocuğa ‘bedel ödettirme’ de bir cezadır
Ülkemizde çocuk ruh sağlığını önemseyen bazı uzmanlar, şiddeti bu hassasiyet içinde değerlendirdikleri halde, yine de cezasız eğitimi tam anlamlandıramadıklarının da üzülerek şahidi oluyorum… Örneğin, çocuğa bakışını takdir ettiğim sevgili meslektaşım Özgür Bolat, bir yandan eğitimde cezanın olmamasını savunurken, diğer yandan çocuğun yanlış davranışlarında ‘bedel ödetmek gerekir’ tezini öne sürmektedir…
Halbuki, zaten cezanın pedagojideki karşılığı ‘bedel ödetmektir’.
Halbuki eğitimde cezasızlık, çocuğun yanlış davranışları karşısında bedel ödettirmemeyi de içerir. Bedel ödetmek, bir üstünlük ilişkisidir ki, çocuk ile kurulacak üstünlük ilişkisi çocuğun edilgenleşmesinin ve itaate yatkın hale gelmesinin en belirgin sebebidir. Çocuk eğitiminin ana amacı, edilgen değil, etken, itaate yatkın değil, kendi gibi olan çocuk yetiştirmektir. Yetişkinin, çocuğun üzerinde tasarrufa sahip olduğunu bilmesi (zannetmesi) çocuğa yönelik şiddetin oluşmasına köken teşkil eden en derin duygudur. Çocuk yanlış davranışlar karşısında bedel ödettirilmeye değil, yanlış davranışın nasıl düzeltileceğini bilmeye ihtiyacı vardır. Çocuğun ortaya koyduğu her yanlış davranışın zaten doğal bir bedeli vardır. Bu bedel, bazen üzüntü, bazen kızgınlık, bazen ise korku ile çocuğa yansır. Çocuğun ödediği doğal bedellerin yanında bir de yetişkinin, ekstra bedel ödetmeye kalkması pedagojik bir yanılgıdır.
“Cezasız çocuk eğitimi olur mu?” gibi diğer yazılarımıza, çocuk haberleri kategorisinden göz atabilirsiniz.
Eğitimin amacı;
Eğitimin amacı, yaşama yeni gelmiş insan yavrusunu bu yaşam hakkında bilgilendirmektir. Onun yardıma en çok ihtiyaç duyduğu dönemde ‘minnet duygusu’ ve ‘aşağılanma hissi’ yaşatmadan yardımcı olmaktır. Çocuğun bilmeye ihtiyacı ve daha önemlisi öğrendiği şeyleri yanlış yapmaya yatkınlığı vardır. Yetişkinin görevi yanlışları ceza vererek, şiddet uygulayarak ve bedel ödettirerek düzeltmek değil, çocuğun yanlış yaptığı durumlarda yaşadığı, utanç, mahcubiyet ve korkuyu yönetmesini sağlamaktır.