Çekirdek ailenin kabusları
Türkiye Sineması’nda aile, Lütfi Akad’ın başlattığı kabul edilen sinemacılar döneminden itibaren “Kanun Namına” (Akad, 1952) örneğinde olduğu gibi rayından fırlamış nedensiz zenginliğin kötücüllüğünün saldırısı altındadır. Zenginliğe bu tepki, Truman Doktrini çerçevesinde 1948-1951 yılları arasında alınan Marshall yardımlarından kaynaklanmaktadır bir bakıma Bu yardımlar sonucunda Türkiye’de yapay bir mal bollaşması ortaya çıkmış ve tüketim kültürü teşvik edilmiştir.
Çekirdek ailenin kabusları
Nedensiz/ne iş yaptığı belli olmayan zengin kötü prototipine Türkiye sinemasının hemen her döneminde rastlamak mümkündür. Değişen toplumsal koşullara paralel olarak, 1960’lı yıllarda ailenin karşısındaki düşman, “Gurbet Kuşları” (Halit Refiğ1964) ve “Acı Hayat” (Metin Erksan 1962) filmlerinde karşımıza çıktığı üzere; zengin yoksul ayrımını keskinleştiren hızlı kentleşme olacaktır. 1970’li yıllarda ise Yılmaz Güney’in “Umut”(1970) filmi örneğinde yoksulluk, Lütfi Akad’ın “Anadolu Üçlemesi” (1973,1974,1975) örneğinde ise göç, aileyi tehdit eden unsurlar olarak öne çıkacaktır. 1980’li yıllar Türkiye için liberal ekonomi ve depolitizasyon dönemidir.
Filmlerde karşımıza çıkan hane yapısı çoğunlukla çekirdek ailedir ve ailenin en büyük tehdidi; Atıf Yılmaz’ın “Mine” (1982) ya da “Aaahh Belinda” (1986) filmlerinde örneklenen; kadınların cinsel özgürleşmesidir. 1990’lı yıllara şekil veren küreselleşme, bastırılmış olanın geri dönüşüne işaret etmektedir. Bu duruma paralel olarak artık ailenin düşmanı, zenginlik, kentleşme, yoksulluk ya da göç gibi dış etkenler/toplumsal sorunlar değil aile içinde o güne dek konuşulmadığı için yüzleşilmemiş/görmezden gelinen sorunlar ve sırlardır. Kısaca bizzat ailenin kendisidir. Yavuz Özkan’ın 1995 tarihli “Yengeç Sepeti” bu bağlamda önemli bir örnektir.6 İki oğul ve iki kızdan oluşan dört çocuk, yaşlı anne babalarını göl kenarındaki evlerinde bir hafta sonu ziyaret ederler.
Aile İçerisinde Geçimsizlik
Bu mutlu aile tablosu, kısa süre sonra şiddetli biçimde “tablonun altındaki geçimsizlik ile kardeşlerin birbirlerine olan bağlılığı ve sevecenliklerinin yapmacıklığının” yüzeye çıktığı bir çöküş sürecine dönüşecektir. Aile, aynı sepet içine konulan yengeçlerin birbirlerini şiddetle tüketmesine / yaralamasına benzer biçimde tükenmektedir. Aileye yönelik eleştirel bakışlardır bunlar. Zeki Demirkubuz’un “İtiraf” (2001) filmi, üst sınıf üyesi bir çiftin mükemmel görünen hayatlarının ‘aslında’ ortak arkadaşlarının (ve kadının ilk eşinin) intiharı üzerine kurulu olduğunu anlatır. Film boyunca, çiftin bu ölümün yarattığı suçluluk duygusuyla yüzleşmesini/hesaplaşmasını izleriz. Erkek, suçun bedelini fiziksel acıyla/çileyle öderken, kadın karakter toplum içerisindeki saygınlığını yitirmektedir.