Kaygı bozukluğu artıyor: Peki ne yapmalı?
Son yıllarda kaygı ve depresyon bozukluklarıyla ilişkili tanı alan kişi sayısının oldukça arttığı görülmektedir. Bu durumu açıklayan net ve tek bir sebep yoktur fakat farklı açıklamalar mevcuttur. Hayatta kalma kaygısının yerini alan ekonomik ihtiyaçlar, bireyselleşmenin getirdiği sorunlar, sosyal medyanın etkisi gibi sebepler bu açıklamalardan birkaçıdır.
Kaygı ve Anksiyete Nedir?
Kaygı, hayatta kalma içgüdüsünü oluşturan, tehlikeli durumlarda “kaç” ya da “savaş” tepkilerini aktive eden sempatik sinir sistemimizin, korku verici bir nesne (vahşi bir hayvanla karşı karşıya kalmak ya da ölümle burun buruna gelmek gibi) varmışçasına aktive olması durumudur. Günümüz şartlarında sokakta vahşi bir hayvanla karşılaşmamız ya da ondan kaçmak durumunda kalmamız gibi durumlar pek söz konusu değildir. Fakat bedenimizdeki bu sistemi aktive eden daha farklı durumlarla karşı karşıya kalabiliriz. Günlük hayatımızın içinde bizi her an ölümle burun burunaymış gibi hissettiren neler olabilir diye düşünürsek bir şeyler bulmakta zorlanabiliriz. Bu noktada zihnimizin stres oluşturan durumları ayırt etmekte zorlandığını söyleyebiliriz. Bazen sınavda, bazen patronumuzla karşılaştığımızda fark etmeden zihnimize yolladığımız “eyvah, tehlike var!” mesajının, “Eyvah, şurada kaçmamız gereken bir aslan var!” mesajıyla aynı şiddette algılanıp benzer sistemleri aktive ettiğini söyleyebiliriz.
Yaşadığımız bu kaygıya dair fark etmemizin faydalı olacağı noktalar, günlük hayatta yaşadığımız zorluklara yüklediğimiz anlamlar ve onları yorumlayış biçimimiz olabilir. Buna örnek olarak düşük not almayı veya birileriyle yaptığımız tartışmaları yorumlayış tarzımız, kaygı düzeyimizi artırmaktadır. Farkında olmadan bu gibi durumlara ölüm kalım savaşı veriyormuşuz gibi yaklaşıyor olabiliriz. Kaygılarımız üzerine düşünmediğimizde kuracağımız muhtemel cümleler şöyle olabilir: “İşten atılırsam mahvolurum”, “bu dersi geçemezsem her şey biter!”.
Olayları Yorumlayışı Biçimi Düşünme Tarzını Etkiliyor
Yorumlayış biçimimiz düşünce tarzımız etkilemektedir. Ebeveyn tutumları, çevremizdeki kişilerin olaylara ve bize verdiği tepkiler, çocukluğumuzdan beri maruz kaldığımız birçok şey düşünce tarzımızı etkileyebilir. Kalıplaşmış, geçmiş yaşantılarımızla ilişkili bu düşünce tarzlarından biraz bahsedersek: “ya olursa”, “felaketleştirici”, “ya hep ya hiç tarzında düşünme” bu kalıplara örnek olabilir. Ya her şey mükemmel olacak ya da hiç olmasın; ya başıma bir şey gelirse, ya bana kızarsa, ya bana zarar verirse; her şey kötüye gidiyor, kesin hasta olacağım, kesin beni işten atacak gibi cümleler bu kalıpların örnek cümleleri olabilir. Bu örnek cümleler yaşadığımız olayların zihnimize gönderdiği mesajları oluşturan süzgeçler gibidir. Yaşadığımız her olayı filtreleyerek yorumlarımızı etkileyen bu süzgeçleri fark etmek ve onlarla çalışmak ilk adımımız olabilir.
Mervenur Gündoğdu
Kaynak: Aile Danışmanlık Merkezi