Komşu komşuya muhtaçtır
“Güç olduğu kadar, yeniden, sıcak, samimi, ihlâslı, hasbi bir komşuluk ağı kurmanın, komşuluk huzurunu gerçekleştirmenin, hayırlı komşu sahibi olmanın, komşuluk borcunu eda etmenin, bu hukuku gözetmenin ve yaşatmanın böylece hakiki bir insanlık durumuna bu geçici dünyada tanıklık etmenin de neredeyse imkansızlaştığı bir süreçten geçiyoruz.”
Komşu Komşuya Muhtaçtır
Kadim şehirler değişti. Modern kentlere bıraktı yerini. Mahalle yok oldu. Sitelere terk etti yerini. Devasa bloklar, mahalleyi dümdüz edip yerine yeni bir yaşama biçimi getirdi. Sokak yok oldu. Sokaktan geçen süt, simit, patates, soğan, şalgam ve boza satıcıları modern sitelerin kale kapısı gibi portörlerindeki ‘nizamiye’ görevlilerine takıldı, un ufak oldu.
Sokaklarda akşam üstü tatlı bir telaş gözlenmiyor artık. Mahallenin sıcaklığı, komşuluk ilişkileri yitip gitti. Sanki o eski zaman ağır ağır çekildi ve yerine modern zamanlar denilen tuhaf, ele avuca gelmez, akıl almaz, kalbe gönle sığmaz bir yaratık geldi.
Modernleşmenin Yıkıcı Etkisi
Modernleşmenin küresel bir ‘bela’ olduğunda hemfikir olanlar, bu yeni yaşama tarzının ‘komşuluk’ denilen ve akrabalık, dindaşlık ve giderek insanlık ilişkilerini de berheva ettiğini söylüyorlar. Söyleniyor ya, bunun sitelerde de, bilmem ne kentlerde de sürmesini, yeniden kurulması gerektiğini de belirtiyorlar, ama bunun o eski mahalle ve sokakların, cumbalı, ahşap, taş, kerpiç evlerin, hayatlı, avlulu, çeşmeli, çınarlı, dutlu, ceviz ağaçlı yapıların olmadığı, beton ve metal yığınları arasında insanların telaşla, sevgisiz, şefkatsiz, diğerkamlıktan uzak, asık suratla, birbirlerini potansiyel düşman ve tehlike görürcesine dolaştıkları, koşuşturdukları bu yeni hayatta bunun nasıl oluşacağını bilemiyorlar. Bu belirsizlik ve kaos yeni hayatın, modern zamanların nedenli belalı bir süreç olduğunu apaçık gösteriyor.
‘Komşuluk’ Hayatımızdan Sessizce Çekildi
Komşuluk sıhriyet ve din bağı gibi, beraberinde bir ‘hukuk’ getiriyordu. Hani ‘komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’, ‘komşu komşunun külüne muhtaçtır’, ‘ev alma komşu al’dı, ‘komşusunun kendisinden razı olmadığı kişi hakiki manada iman etmiş olmaz’dı, ‘İslam ahlâkı komşuluk hukukunu gözetmeyen için geçerli değil’di… Bu değerler, yeni hayatla birlikte adeta buharlaşıverdi.
Buharlaşan sadece bu olsa. Komşu kavramı da gündelik sözlüğümüzden sessizce çekiliverdi. Bu sessizliğin hayra alâmet olmadığı kesin. Komşu, anne, baba, teyze, eş, kardeş, çocuk, hala, dayı, amca, din kardeşi, mümin yoldaşı, yol arkadaşı gibi bir şeydi aslında.
Yeniden Sıcak, Samimi, İhlaslı Komşuluk Ağı Kurmak
Adına dünya denilen ve bir gölgelikte birkaç saat konaklamaktan ibaret olan, bir oyun bir oyalanma biçiminde nitelenen bu iki günlük yaşamda, varoluşun ağır baskısının bir ölçüde paylaşıldığı komşuluk serinliği yok artık. “Komşuda pişer bize de düşer” sözü de nisyana gömüldü. Cenazesi olan ev üç gün yemek pişirmezdi eskiden. Komşular gelir ve cenazenin asıl sahipliğini yapar, ölüyü defneder, çay demler, taziye ziyaretlerini kabul eder ve hane sahibinin acısını hafifletirdi. Düğün, nişan, kına olduğunda, komşular toplanır, hediyeler getirilir, tiritler, pilavlar pişirilir, kına yakılır, nişan takılır, gelin annesinin yollama ağıtları paylaşılır; düğün evinin telaşı birlikte kotarılır, iş usulca yoluna koyulurdu.
Asker uğurlayan annenin gönlündeki sızıyı komşular paylaşır, asker karşılamanın coşkusuna ortak olurdu. Sünnet düğünlerinde lokum ve kızılcık şerbetini, bisküviyi, ‘oldu da bitti maşallah’ nakaratını komşular birlikte havalandırırdı. Dertler, acılar ve neşeler, komşularla birlikte hafifler ve büyürdü. Şimdilerde, modern zamanlarda bu ilişkiler ağı yerini yeni bir network’a, bu hayatın mantığını kurgulayanların zihniyetine paralel olarak, bambaşka bir şeye terk etti. Bunu adlandırmak çok güç. Güç olduğu kadar, yeniden, sıcak, samimi, ihlâslı, hasbi bir komşuluk ağı kurmanın, komşuluk huzurunu gerçekleştirmenin, hayırlı komşu sahibi olmanın, komşuluk borcunu eda etmenin, bu hukuku gözetmenin ve yaşatmanın böylece hakiki bir insanlık durumuna bu geçici dünyada tanıklık etmenin de neredeyse imkansızlaştığı bir süreçten geçiyoruz.
Gönülden Muhabbetle Komşulara El Uzatalım
Buna rağmen umutlarımızı yitirmenin bir anlamı yok. Varsın gayri insanî bir mimari ve projeyle kurgulanmış o tuhaf ‘site’lerde yaşayalım, birbirimizle asansörde karşılaşıp selam verip vermemekte tereddüt edelim, ağır poşetleri güçlükle taşıyan komşumuzu görüp yolumuzu değiştirelim, arabasını park ederken arabamıza çarpacak, çizecek diye hasmane bakalım, her şeye, bütün bunlara rağmen yine de ümitvar olmalıyız. Asıl olan gönül ise, gönülde yatan o tükenmez muhabbet ise, mekânın elverişsizliği ya da başka nedenler bizi, yine de yanı başımızda geceyi aç geçiren komşumuzu tespit edip ona sıcak bir çorba pişirerek gönlünü almaktan alıkoymamalı. Cenaze olduğunda yine koşalım, düğüne katılıp sevinçleri paylaşalım, zekat, sadaka vb. infaklarımızla güç durumda olan komşularımıza yardım edelim.
Komşuluk Ateşini ‘Diğerkamlık’ Körükler
İrfan semasının büyük yıldızlarından Ahmed Rıfaî hazretleri gibi evimize konuk geldiğinde ona ikram edecek bir şey yok ise komşularımızın kapısını çalıp konuğumuz için yiyecek isteyelim. Kimsesizlere, çaresizlere, dul ve yetimlere, açlara, biilaçlara, yaşlılara ve hastalara koşalım. Kendisi hasta iken bile hastaların hizmetini terk etmeyen Hz. Seyyid gibi biz de diğerkamlığımızı her şeye rağmen sürdürmeye çalışalım. Belâ umumidir ve gidişat tersine çevrilemezdir. Lakin Hüseyin Nasr’ın dediği gibi bu sürecin çekim kutbu tersine çevrilebilir. Bunu gerçekleştirmenin yegane yolu ise, ‘komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’ nidasıdır. Bu çağrı yüreğimizin en gizli köşelerini titrettikçe umut var demektir. Komşusunun kendisinden emin ve razı olmadığı bir insanın asla gerçek anlamda iman etmiş olamayacağını düşünelim. Komşu komşunun ‘kor’una muhtaçtır. İçimizdeki komşuluk ateşini yeniden yakmak için de…
Kaynak: Sadık Yalsızuçanlar, Komşuluk İnsani Sorumluluk, DİB Yayınları